Hani sen şimdi dergiler alıyorsun, kitaplar alıyorsun,
okuyorsun onları… Yazarlarını tıvitırda, instegramda, feysbukta takip
ediyorsun. Binlerce takipçileri var. Her paylaştıklarını beğenen binlerce
insan. Ağzının suyu akıyor, kıskanıyorsun, kıskanmıyorsan bile özeniyorsun. Ya
itiraf et işte, dibin düşüyor. Sen de yazmak istiyorsun. Yazıyorsun hatta.
Güvenemiyorsun kendine, bırakıyorsun. Aylar sonra bilgisayarını karıştırırken
buluyorsun eski yazdıklarını. Okuyorsun. Fena değil de, kuru biraz. Herkesin
söyleyebileceği cümleler kurmuşsun, herkes gibi gördüğün için herkes gibi
tasvir etmişsin hayalindekileri. Bir şeyler eksik, farkındasın. Hah, işte ben
sanırım o eksikliğin ne olduğunu biliyorum. Şimdi sana biraz çakallık öğreteceğim.
Şimdi değil hatta, bu blogda hep çakallık anlatacağım. Entelektüel görünmene
yardımcı olacağım. Senin tembelliğin ve aceleciliğin yüzünden okumadığın
kitaplardaki en kritik kelimeleri, ifadeleri sereceğim gözlerinin önüne. Tabii
yine okuman lazım sevgili çakalım. Okumadan olmuyor güzelim. Ama sen, benim
okuduğum binlerce sayfayı okumadan kısa yoldan entelektüel görüneceksin. Sana
verdiğim mücevherleri, imitasyon filan da olsa, işte mücevher görünümündeki o
pırıltılı taşları yazılarının içine serpiştireceksin. Birikimli bir insan
olduğunu zannedecekler. Neler neler okumuş diyecekler. Belki bunları sınavlarda
kullanacaksın. Öğretim üyesi sana düşük not vermeye cesaret edemeyecek. Belki
ortamlarda seni ezikleyen ukalaların suratına boca edivereceksin.
Yutkunacaklar, seni daha fazla görmezden gelemeyecekler. Senin de sözün olacak,
alemde namın yürüyüp gidecek. Belki tez yazarsın, danışman hocan da belki orangutan
değildir, tezin girişine, gelişmesine veya sonucuna dokunduracağın iki fırça
darbesiyle, bilimsel olmasa bile poetik üslubuna bayılacak. Bu dünya zaten
çakalların dünyası ya, sen de biraz çakal olsan hiçbir şeyimiz eksilmez. Takip
et beni, anlatıyorum.
BUGÜNÜN DERSİ: Yunan
Mitolojisi
Dikkat etmişsindir belki, bu havalı yazarlar durmadan Yunan
mitolojisinden bir kısmına senin de aşina olduğun isimleri anarlar. Yok bilmem
kimin şusu, yok şunun bilmem nesi deyip seni yerin dibine batırırlar. Sen
bilmezsin ki mitoloji! Okumadın ki! Ya da tamam okudun da işte, arkadaş o
mitoloji dediğin şeyde bin tane isim on bin tane yer var. Hepsi Yunanca. Kim
kiminle nerede ne yapmış akılda kalmıyor ki! Entelektüel olmak demek,
mitolojiyi sular seller gibi bilmek mi demek? Meselemiz tabii okurken
yaşadığımız mahcubiyet değil. Nihayetinde ne olduğunu bilmesek sanki hesap
soran var! Kimse görmüyor böğrüne saplanan bıçağı, nasıl kıvrandığını… Altı
üstü bir roman okuyorum güya, onu bile anlamıyorum arkadaş diye hayıflanırken
bir tek duvarlar gülüyor için için. Mesele yazmakta. Şimdi sen bu çokbilmiş yazarlar
gibi yazabilmek için, bütün o acayip isimleri ezberleyecek, garip olayları
akılda mı tutacaksın?
Elbette hayır sevgili çakalım. Demiştim, bunun için
buradayım. Üstelik şunu da demiştim: Burası çakallar dünyası. O yazarlar da
çakal biraz. Hepsi değil ama, çoğu çakal işte. Onların da çoğu mitoloji filan
okumamıştır ama dersine iyi çalışmıştır. Yazarlar arasında kullanıla kullanıla
meşhur olmuş bazı mitolojik ifadeler vardır. Hani hiçbirini bilmiyorsun, şu
‘Demokles’in kılıcı’nı bari biliyorsundur. Hoş bu olay mitolojiden değil. Ama
antik Yunan’dan. Fark etmez yani. Hah biliyorsun değil mi? Olayı demiyorum,
ifadeyi diyorum, duymuşsundur. Olayı bilmene de gerek yok. Mesele ‘Demokles’in
kılıcı’nı hangi durumlarda hangi anlamda kullanacağını bilmek. Ha bir de şunu
unutma: Esasında Demokles’in değil Damokles’in. İlkini kullansan da sorun yok,
galat-ı meşhur nihayetinde (bir ara sana şu galat-ı meşhur meselesini de
anlatırım). Ama ikincisini kullanırsan, ortalama entelektüelleri değil, biraz
daha çokbilmişlerini bile etkileyebilirsin. Hatta ortalama entelektüellerden
biri şöyle seni bulsa, hani bunlar her şeye burnunu sokmayı, her şeyin
doğrusunu göstermeyi çok severler ya, hah işte öyle gelse, mesela senin
yazdığın yazıya tivıtırda menşın atsa ve “Yanlış yazmışsın arkadaş” dese. Hatta
biraz işi uzatsa, “Bir de yazar geçiniyorsun, daha adamın adını doğru
yazamıyorsun” filan dese, sen de yapıştırsan cevabı: “Sanırım antik Yunan’ı
esas kaynaklardan değil kulaktan dolma bilgilerle öğrendiniz. O ifadedeki
kişinin gerçek ismi Damokles’tir” desen, var ya, üç hafta mastürbasyon yapmana
gerek kalmaz, uçarsın havalarda. (Şimdi o anlamda kullanmadım ama, pornografik
ve mastürbatif üzerinde de durmalıyız, yaz kenara.)
Hikayeyi okuyunca anlayacaksın bu resmin neyi anlattığını!
Şimdi nedir bu Damokles’in meselesi? Hikâyeyi Romalı hatip
ve siyasetçi Cicero’dan öğreniyoruz. Tusculum
Tartışmaları isimli bir kitapta bahsediyor. Anlaşıldığı kadarıyla hikâye
antik Yunan’da ve Roma’da biliniyor, ama işte, bize kadar ulaştıran Cicero
oluyor. İsa’dan önce dördüncü yüzyılda Sicilya’da, Siraküza’da hüküm süren II.
Dionysius’un cânım memleketi nasıl zorbalıkla yönettiğini anlatıyor Cicero.
Halkı köleleştirdiğini, insanların haklarını gasbettiğini filan. Bu arada her
tiran gibi o da sarayında bolluk ve refah içerisinde yaşıyor. Bir gün sarayın
kadrolu dalkavuklarından Damokles, “Ah efendim” diyor, “Ne büyük bir
hükümdarsınız ve bu hükümdarlığınız size ne mesut bir hayat verdi!” Ya da böyle
bir şeyler işte. Yağlayıp ballıyor, görevini yerine getirme aşkıyla. “Demek
öyle” diyor Dionysius, “İstersen gel yer değiştirelim, benim sürdüğüm bu zevk-u
sefaya sen de nail ol”. Damokles’in ağzının suyu akıyor. Teklife balıklama
dalıyor. Damokles’e en güzel elbiseler giydiriliyor, önüne en güzel yemekler
getiriliyor, güzel kokular sürülüyor filan. Kralın zevk köşesine uzanmış
yatarken bir de ne görsün, kral tam Damokles’in başının üstüne hizalanmış bir
kılıcı diklemesine astırıyor, hem de tek bir at kılıyla tavana bağlı şekilde. At
kılı koptu kopacak, kılıç düştü düşecek derken Damokles’in keyfi kaçıyor tabii.
Elbiselerin, yemeklerin, kokuların, uzandığı divanın, etrafındaki hizmetçilerin
hiçbir anlamı kalmıyor. Kralım diyor, burada hiçbir nimetin keyfini
çıkaramıyorum ben, lütfederseniz, herkes kendi yerine dönsün. Cicero şöyle
bağlıyor hikâyeyi: Sürekli korku içerisinde hiçbir dünya nimetinin zevkine
varamazsınız. Çünkü bir tiran olarak Dionysius çok düşman edinmişti ve kimseye
güvenemiyordu. Sürekli bir suikaste maruz kalacağını düşünüyordu. Ne mesut bir
hayat yaşamakta olduğunu söyleyen dalkavuğuna verdiği ders, her an korku
hisseden bir kralın zenginlikler içerisinde mutlu olamayacağı idi.
Popüler kültürde ‘Damokles’in kılıcı’nın anlamlarından biri,
Cicero’nun bağladığı sonuçla aynı: Hassas, önemli mevkilerde bulunanlar,
iktidar sahipleri, güçlerini kullanırlar kullanmasına da, her zaman korku
duydukları için çok da özenilecek bir tarafları yoktur. Ama ‘Damokles’in
kılıcı’nın diğer anlamı daha çok rağbet görmüş. O da şu: Yakın ve süregiden bir
tehdidin varlığı. Ama her türlü tehdit için kullanmamak lazım. Özellikle herhangi
bir türdeki iktidardan gelen, bir türlü sonuca bağlanmayan, ama sürekli
varlığını da hissettiren tehditler için kullanırsan, cuk oturur. Entelektüeller
takdir eder seni. Meseleyi bilmeyenler de hayran kalır. Eğer ilk anlamı
kullanacaksan, biraz dikkatli olmalısın. Hikâyenin aslını da, Cicero’nun
kastettiği anlamı da bilen azdır. Okuyucularının derinliğinden emin değilsen,
garipsenir, hatta cehaletle itham edilirsin. Böyledir dünya: Başkalarını
cehaletleri nedeniyle ilk kınayanlar, zırcahillerdir. O yüzden tavsiyem, daha
yüzeysel olan ikinci anlamda kullanman. Ama sevgili çakalım, fırsatını buldun
mu da mutlaka kullan, affetme, çak geç.
Ha şunu da unutma: Çakallık evresini geçtiğinde, bu iki
anlama sıkı sıkıya bağlı kalmak zorunda kalmayacaksın. Misal, Nazım Hikmet’in Demokles’in Kılıcı oyunu, sürekli farklı
türden tehditler ve şantajlarla doludur, üstüne bir de savaş korkusu. Eğer sen
de büyürsen, onun kadar rahat kullanabilirsin deyimi, ama henüz öğrencisin, bu
köşeyi okuyorsun, adımlarını küçük atmak fayda var.
Bugünün dersi mitoloji diye başladım, mitolojiden olmayan
ama yine antik Yunan’dan çok bilinen bir ifadeyi aldım. O zaman bugünün asıl
dersi şu olsun: Elindeki mühimmatın tamamını ilk çatışmada harcamayacaksın.
Bütün hünerlerini ilk denemede kullanmayacaksın. İnsanları etkilemek için ilk
girdiğin ortamda bildiğin bütün isimleri olayları sıralayıvermeyeceksin.
Cebinde bir sonraki yazıda, konuşmada kullanmak için bir şeylerin daima
bulunacak. Yoksa tek atımlık barut diye çıkarırlar adını; çakalların dünyası
bu, itibar kazanmak zordur ama kaybedilen itibarı tekrar kazanmak çok daha
zordur. Mitoloji, diyorum, gelecek yazıya kaldı. Eğer Damokles’in kılıcı gibi
başımda sallanıp duran şu soruşturmalar izin verirse, anlatacağım.
Yorumlar
Yorum Gönder